Bir radyo yazısı

Sivas Cumhuriyet Başsavcısı Hasan Uğurlu, çocukluğumuzda evlerimizin neşesi olan radyoları yazdı.

Evimize radyonun ne zaman geldiğini hatırlamıyorum ama radyo benim dikkatimi çektiğinde o bizim evin en yüksek yeri olan RADYO TEREK’inde yerini çoktan almıştı bile.

Teşbihte hata olmaz sanki kutsal kitap gibi oturduğumuz odanın en muhkem ve yüksekçe bir yerine konuşlandırılmıştı. Çocuk aklımla o yıllarda bilemezdim ama amaç biz çocukların kurdalayıp bozmasından çekindikleri için öyle olduğunu yıllar sonra anladım.

O yıllarda sıkça kullanılan etamin kumaş üzerine “Ören Bayan” marka örgü ipleri ile annemin özenerek çeşitli şekiller işlediği şık bir örtüsü de vardı. Üçgen şeklinde üzerinde daima durur, hem bizim meşhur PİLİPİS’in süsü hem de onu tozdan koruyan bir örtüsü görevini görüyordu.

O yıllarda radyonun resimlisi olan televizyonlar çok az evde bulunurdu, televizyonu olan komşumuza sadece yılbaşı geceleri giderdik, yılbaşı eğlencelerini seyretmek için, evlerde genellikle çeşitli marka ve tipte radyolar vardı. Tabi bana göre en üstünü PİLİPİS’ti.

Ülkenin gündemi oradan takip edildiği gibi aynı zamanda bir eğlence hatta eğitim kaynağıydı. Şimdilerde olduğu gibi saat başı haber olmazdı. Sabah, öğlen, akşam ve gece haberleri olurdu. Hatırladığım kadarıyla bunlardan sadece öğle ve akşam haberleri ana haber bülteni olurdu ancak hepsinde de önce özetler.

Radyoların insanlara haber, müzik ve eğlencenin dışında sağladığı bir diğer fayda da saatlerin ayarlanması idi. Özellikle ana haber bültenleri saniyesi saniyesine tam saatinde başladığı için bu anlarda herkes saatini eline alır ayarlar ve bir güzel kurardı. Hatta kimin saati ne kadar ileri gitmiş ya da ne kadar geri kalmış gibi, herkes birbirleriyle en iyi saat kiminki diye yarışırlardı.


O yıllarda radyolarda “FM” bandı yoktu, bizim oraların tabiriyle “uzun dalga, orta dalga ve kısa dalga” diye tabir edilen 3 bant vardı ve her bir banda radyonun o banda ait tuşuna basılarak geçilirdi. Sürekli cızırtı halindeki frekansta yayını bulmak ve ayarlamak bazen mühendis titizliği gerektirirdi, hele de kısa dalgada. Tabi bu konuda antenin gücü de önemliydi. Anten parlak iç içe geçmiş çektikçe uzayan ve frekansı tam ayarlayabilmek için sağa/sola/öne ve arkaya doğru hareket edebilen bir yapıya sahipti. Çekim gücünü artırmak maksadıyla ucuna bakır tel bağlandığını da görmüşlüğüm var.

Haber kuşakları “Demirbank iyi günler diler” anonsuyla başlardı. Hayatımda duyduğum ilk banka ismiydi. Tabi daha sonraları çocuklara yönelik ayda bir “Kumbara” dergisini çıkaran İş Bankası ve “Başak Çocuk” dergisini çıkaran Ziraat Bankasıyla tanışacaktım.

Ay başlarında - tabi o dönem ay başı ayın 1’i idi- şubelere sınırlı sayıda gelen bu dergilerden alabilmek için bankaların güvenlik görevlilerine kendimi sevdirmek, onların sevgisini kazanmak için neler yapardım. Benim gibi o dergilerin müdavimleri vaktini kollayarak şubenin önünde bitiverirdik. Neden bilmiyorum daha sonra bu bankalar bu güzel alışkanlıklarından vazgeçti. Tabi o dönemler hatırladığım kadarıyla “Milliyet Çocuk ve Tercüman Çocuk” isimli çocuk dergileri de vardı ancak bunlar paralı olduğu için biz kısıtlı bütçeye sahip aile çocukları alamazdık. Alabilen arkadaşlar bunları ciltletirdi ve biz de onlar okuduktan sonra rica minnet onlardan ödünç alarak okurduk.

Bak şimdi radyodan nerelere geldim. Neyse tekrar konuya dönecek olursak, radyolar bizim dışarıya açılan penceremizdi. Haber, müzik, spor, eğlence ve eğitim kuşaklarıyla her tarafımızı kuşatırdı. Hiç unutmam akşam saatlerinde başlayan, kış aylarında ismi “Ocakbaşı”, yaz aylarında “Tarla Dönüşü” olan, Anadolu insanın günlük yaşamından kesitler sunan radyo tiyatroları vardı ve ailece misafir yoksa kesinlikle kaçırmazdık. Akşamın ilerleyen saatlerinde yine “Arkası Yarın” isimli radyo tiyatroları olurdu, şimdilerde dizilerde olduğu gibi en heyecanlı yerinde biter, sabırsızlıkla ertesi günü beklerdik.

Şimdiki dizilerden farkı ise hep eğitici ve öğretici bir yanının olması ve iyiye, güzele yönlendirmesiydi. Müzikle ilgili ayrı bir başlık açmam gerekir. Sürekli kaliteli müzik programları olurdu. Hangisinden başlasam; “Yurttan Sesler Topluluğu”, “Beraber ve Solo Şarkılar”, “Beraber ve Solo Türküler” ve “Türkçe Sözlü Hafif Batı Müziği” kuşakları şu an hatırlayabildiklerim.

Bedia Akartürk, Kemal Koldaş, Ziya Taşkent, Ömer Şan, Nuri Sesigüzel, Ayten Alpman, Barış Manço, Ajda Pekkan, Hümeyra ve daha niceleri. Hergün evimize konuk olup, hanemizi kimi zaman hüzünlendirir, kimi zaman şenlendirirlerdi. Hele “ yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar, aşrı aşrı memlekete kız vermesinler” türküsünü hiç unutamam.

Bu türkü çıktığı vakit, annem hüzünlenir, kimi zaman da ağlardı. Ben çocuk aklımla buna bir anlam veremezdim. Sonraları ananemin uzakta olması nedeniyle hasret ve özlemden dolayı olduğuna yordum. Bir de çocuk programlarımız vardı. Şimdi de aynen sürüyor bu programlar.


Hafta içi her gün sabah on bir ve akşam on sekiz saatlerinde “Çocuklarla Baş başa” ve “Çocuk Bahçesi” programları ile Cumartesi ve Pazar günleri tatil programlarını kaçırmaz zevkle dinlerdim. Bu programları dinlerken bazen hayallere dalar, tiyatronun bir kahramanı olurdum. Hayal gücümüz gelişir, bilseniz kimlerin iyilik meleği ve kahramanları olurdum. O kuşağın çocuklarına inanılmaz zenginlikler kattı bu programlar.

Az kalsın unutuyordum, reklam kuşakları da çok usturuplu idi. Şimdiki gibi zırt, pırt reklam olmaz, bir müzik çalınırken ve programda konuşulurken reklam olmazdı. Belli saatleri vardı hatırladığım kadarıyla ve 5/10 dakika kadar reklam olur ve programa devam edilirdi.

Anlayacağınız reklamlar şimdilerde olduğu gibi bir zul değildi. Hele bulaşık deterjanı Mintax reklamını ve repliğini hiç unutamam, “Mintaxla canım Mintaxla”. Radyoda müzik ya da haber dinlerken ev işleri yapılabiliyordu, televizyon gibi kendine bağlamıyordu. Çoğunlukla annem ev işlerini yaparken dinliyordu. Keyifli türküler eşliğinde bulaşık ya da çamaşır yıkamak bir başka oluyordu zannımca. Şimdi öyle mi? Radyolar halen var bu neyin güzellemesi diyebilirsiniz. Evet şimdi binlerce yerel ve ulusal düzeyde yayın yapan, haber, spor, arabesk, pop, slow, halk ve sanat müziği ve burada yazamayacağım kadar geniş yelpazede tematik radyo kanalları elbette var, hatta çok kaliteli yayınlar yapanlar da var. Ancak işin ruhu yok ya da o eski biz biz değiliz.

Haksızlık yapmak istemiyorum ancak bolluk kötü bir şey değilse bile işi sıradanlaştırıyor ve kıymet bilmez hale getiriyor, yokluk belki kötü bir şey ancak azlık hoyrat insan ruhu için çok iyi bir şey, elindekinin kadrini, kıymetini biliyorsun, yetinme ve kanaat duygun gelişiyor, hoyratça tüketmiyorsun.

Elindekini tadına vara vara ve idareli kullanıyorsun. Belki de değişen radyolar değil bizleriz, çocukluğumuza olan özlem, bilemiyorum. Şahsım adına sadece araçla seyahat ederken ve bazen de işyerinde uygun zamanlarda radyo dinleyebiliyorum ve her seferinde de mutlaka çocukluğumdaki radyo hayallerine dalıyorum.

Şimdi bu yazıyı okuyan yaşıtlarım ya da aynı kuşak içerisinde yer alanlar beni gayet iyi anlayacaklar, uzmanların bir kısmının z kuşağı diye tanımladığı günümüz gençliği için ise mistik bir masal gibi gelir, her iki durumda kabulümdür vesselam.