Evimize radyonun ne zaman geldiğini hatırlamıyorum ama
radyo benim dikkatimi çektiğinde o bizim evin en yüksek yeri olan RADYO TEREK’inde
yerini çoktan almıştı bile.
Teşbihte hata olmaz sanki kutsal kitap gibi oturduğumuz
odanın en muhkem ve yüksekçe bir yerine konuşlandırılmıştı. Çocuk aklımla o
yıllarda bilemezdim ama amaç biz çocukların kurdalayıp bozmasından çekindikleri
için öyle olduğunu yıllar sonra anladım.
O yıllarda sıkça kullanılan etamin kumaş üzerine “Ören
Bayan” marka örgü ipleri ile annemin özenerek çeşitli şekiller işlediği şık bir
örtüsü de vardı. Üçgen şeklinde üzerinde daima durur, hem bizim meşhur PİLİPİS’in
süsü hem de onu tozdan koruyan bir örtüsü görevini görüyordu.
O yıllarda radyonun resimlisi olan televizyonlar çok az
evde bulunurdu, televizyonu olan komşumuza sadece yılbaşı geceleri giderdik,
yılbaşı eğlencelerini seyretmek için, evlerde genellikle çeşitli marka ve tipte
radyolar vardı. Tabi bana göre en üstünü PİLİPİS’ti.
Ülkenin gündemi oradan takip edildiği gibi aynı zamanda bir
eğlence hatta eğitim kaynağıydı. Şimdilerde olduğu gibi saat başı haber
olmazdı. Sabah, öğlen, akşam ve gece haberleri olurdu. Hatırladığım kadarıyla
bunlardan sadece öğle ve akşam haberleri ana haber bülteni olurdu ancak
hepsinde de önce özetler.
Radyoların insanlara haber, müzik ve eğlencenin dışında
sağladığı bir diğer fayda da saatlerin ayarlanması idi. Özellikle ana haber
bültenleri saniyesi saniyesine tam saatinde başladığı için bu anlarda herkes
saatini eline alır ayarlar ve bir güzel kurardı. Hatta kimin saati ne kadar
ileri gitmiş ya da ne kadar geri kalmış gibi, herkes birbirleriyle en iyi saat
kiminki diye yarışırlardı.
O yıllarda radyolarda “FM” bandı yoktu, bizim oraların
tabiriyle “uzun dalga, orta dalga ve kısa dalga” diye tabir edilen 3 bant vardı
ve her bir banda radyonun o banda ait tuşuna basılarak geçilirdi. Sürekli
cızırtı halindeki frekansta yayını bulmak ve ayarlamak bazen mühendis titizliği
gerektirirdi, hele de kısa dalgada. Tabi bu konuda antenin gücü de önemliydi.
Anten parlak iç içe geçmiş çektikçe uzayan ve frekansı tam ayarlayabilmek için
sağa/sola/öne ve arkaya doğru hareket edebilen bir yapıya sahipti. Çekim gücünü
artırmak maksadıyla ucuna bakır tel bağlandığını da görmüşlüğüm var.
Haber kuşakları “Demirbank iyi günler diler” anonsuyla
başlardı. Hayatımda duyduğum ilk banka ismiydi. Tabi daha sonraları çocuklara
yönelik ayda bir “Kumbara” dergisini çıkaran İş Bankası ve “Başak Çocuk”
dergisini çıkaran Ziraat Bankasıyla tanışacaktım.
Ay başlarında - tabi o dönem ay başı ayın 1’i idi- şubelere
sınırlı sayıda gelen bu dergilerden alabilmek için bankaların güvenlik
görevlilerine kendimi sevdirmek, onların sevgisini kazanmak için neler
yapardım. Benim gibi o dergilerin müdavimleri vaktini kollayarak şubenin önünde
bitiverirdik. Neden bilmiyorum daha sonra bu bankalar bu güzel
alışkanlıklarından vazgeçti. Tabi o dönemler hatırladığım kadarıyla “Milliyet
Çocuk ve Tercüman Çocuk” isimli çocuk dergileri de vardı ancak bunlar paralı
olduğu için biz kısıtlı bütçeye sahip aile çocukları alamazdık. Alabilen
arkadaşlar bunları ciltletirdi ve biz de onlar okuduktan sonra rica minnet
onlardan ödünç alarak okurduk.
Bak şimdi radyodan nerelere geldim. Neyse tekrar konuya
dönecek olursak, radyolar bizim dışarıya açılan penceremizdi. Haber, müzik,
spor, eğlence ve eğitim kuşaklarıyla her tarafımızı kuşatırdı. Hiç unutmam
akşam saatlerinde başlayan, kış aylarında ismi “Ocakbaşı”, yaz aylarında “Tarla
Dönüşü” olan, Anadolu insanın günlük yaşamından kesitler sunan radyo
tiyatroları vardı ve ailece misafir yoksa kesinlikle kaçırmazdık. Akşamın
ilerleyen saatlerinde yine “Arkası Yarın” isimli radyo tiyatroları olurdu,
şimdilerde dizilerde olduğu gibi en heyecanlı yerinde biter, sabırsızlıkla
ertesi günü beklerdik.
Şimdiki dizilerden farkı ise hep eğitici ve öğretici bir
yanının olması ve iyiye, güzele yönlendirmesiydi. Müzikle ilgili ayrı bir
başlık açmam gerekir. Sürekli kaliteli müzik programları olurdu. Hangisinden
başlasam; “Yurttan Sesler Topluluğu”, “Beraber ve Solo Şarkılar”, “Beraber ve
Solo Türküler” ve “Türkçe Sözlü Hafif Batı Müziği” kuşakları şu an
hatırlayabildiklerim.
Bedia Akartürk, Kemal Koldaş, Ziya Taşkent, Ömer Şan, Nuri
Sesigüzel, Ayten Alpman, Barış Manço, Ajda Pekkan, Hümeyra ve daha niceleri.
Hergün evimize konuk olup, hanemizi kimi zaman hüzünlendirir, kimi zaman
şenlendirirlerdi. Hele “ yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar, aşrı aşrı
memlekete kız vermesinler” türküsünü hiç unutamam.
Bu türkü çıktığı vakit, annem hüzünlenir, kimi zaman da
ağlardı. Ben çocuk aklımla buna bir anlam veremezdim. Sonraları ananemin uzakta
olması nedeniyle hasret ve özlemden dolayı olduğuna yordum. Bir de çocuk
programlarımız vardı. Şimdi de aynen sürüyor bu programlar.
Hafta içi her gün sabah on bir ve akşam on sekiz
saatlerinde “Çocuklarla Baş başa” ve “Çocuk Bahçesi” programları ile Cumartesi
ve Pazar günleri tatil programlarını kaçırmaz zevkle dinlerdim. Bu programları
dinlerken bazen hayallere dalar, tiyatronun bir kahramanı olurdum. Hayal
gücümüz gelişir, bilseniz kimlerin iyilik meleği ve kahramanları olurdum. O
kuşağın çocuklarına inanılmaz zenginlikler kattı bu programlar.
Az kalsın unutuyordum, reklam kuşakları da çok usturuplu
idi. Şimdiki gibi zırt, pırt reklam olmaz, bir müzik çalınırken ve programda
konuşulurken reklam olmazdı. Belli saatleri vardı hatırladığım kadarıyla ve
5/10 dakika kadar reklam olur ve programa devam edilirdi.
Anlayacağınız reklamlar şimdilerde olduğu gibi bir zul değildi. Hele bulaşık deterjanı Mintax reklamını ve repliğini hiç unutamam, “Mintaxla canım Mintaxla”. Radyoda müzik ya da haber dinlerken ev işleri yapılabiliyordu, televizyon gibi kendine bağlamıyordu. Çoğunlukla annem ev işlerini yaparken dinliyordu. Keyifli türküler eşliğinde bulaşık ya da çamaşır yıkamak bir başka oluyordu zannımca. Şimdi öyle mi? Radyolar halen var bu neyin güzellemesi diyebilirsiniz. Evet şimdi binlerce yerel ve ulusal düzeyde yayın yapan, haber, spor, arabesk, pop, slow, halk ve sanat müziği ve burada yazamayacağım kadar geniş yelpazede tematik radyo kanalları elbette var, hatta çok kaliteli yayınlar yapanlar da var. Ancak işin ruhu yok ya da o eski biz biz değiliz.
Haksızlık yapmak istemiyorum ancak bolluk kötü bir şey
değilse bile işi sıradanlaştırıyor ve kıymet bilmez hale getiriyor, yokluk
belki kötü bir şey ancak azlık hoyrat insan ruhu için çok iyi bir şey,
elindekinin kadrini, kıymetini biliyorsun, yetinme ve kanaat duygun gelişiyor,
hoyratça tüketmiyorsun.
Elindekini tadına vara vara ve idareli kullanıyorsun. Belki
de değişen radyolar değil bizleriz, çocukluğumuza olan özlem, bilemiyorum.
Şahsım adına sadece araçla seyahat ederken ve bazen de işyerinde uygun
zamanlarda radyo dinleyebiliyorum ve her seferinde de mutlaka çocukluğumdaki
radyo hayallerine dalıyorum.
Şimdi bu yazıyı okuyan yaşıtlarım ya da aynı kuşak
içerisinde yer alanlar beni gayet iyi anlayacaklar, uzmanların bir kısmının z
kuşağı diye tanımladığı günümüz gençliği için ise mistik bir masal gibi gelir,
her iki durumda kabulümdür vesselam.