İnsanı Çalıştıran Yakıt

...

"Hayat bu, geldik gidiyoruz."  Evet, doğru, geldik gidiyoruz ama farkında mıyız?  Bu yolculukta bizim için yaratılan olağanüstü hallerin?

Yeryüzünde kaldığımız 1 saniye için, dünyanın bütün bilgisayarlarının toplamının bile ölçemeyeceği kadar denklemin, kimyasal ve biyolojik olayın yaratıldığını hiç düşündük mü? Bize atıl gelen boş zamanlarımızda bile, mesaisi hiç bitmeyen bir bilimsel mutfağın, bizim nefes alıp vermemiz için sürekli çalıştığının farkında mıyız?

Arabalar, çalışmak için benzine ihtiyaç duyarlar, soba yanmak için ise kömüre. Bilgisayarlar, lambalar, trenler ve yüzlerce çeşit teknolojik alet, araç çalışmak için enerjiye muhtaçtır. Peki insanoğlu?

Yediği besinleri yuttuktan sonra, gerisine hiç karışmayan, onun adına kurulu ve tıkır tıkır işleyen sistemle sindirimi hallolan, hangi vitaminin hangi organa gideceği ayarlanan, besinlerden atılanın dışında geride kalan maddelerden hayatta kalmak için vücuduna enerji üretilen insanoğlu. Ne biliyor kendi hakkında?

Bilim adamlarından, tıp profesörlerinden bahsetmiyorum. Sokakta, pazarda, işte, ailesinde olan, benim sizin gibi insanlardan bahsediyorum. Çoğumuzun belki de ilk defa göreceği, bizi yaşatan enerjinin ne olduğunu açıklayacağım.

Mucize görmeden ikna olmayanlara, Allah’ın aldığımız her nefeste yarattığı büyük mucizenin adını söyleyeceğim. ATP. Evet, bu kadar basit ATP.

Uzun adı adenozin trifosfat. Kolunuzu kıpırdatan, gözünüzü kırpan, yürüten, oturtan ve yerimizden kaldıran enerjinin kaynağı. Sıkmadan biraz teknik detay vereyim. Adenin Riboz şekeri 3 tane fosfat grubu Yapısı böyle. Bu üç kardeş bir araya gelip ATP molekülünü oluşturuyorlar.

İnsanda 2 türlü solunum var. İkincisi birincisi olmadan olmuyor. Nefes alıyoruz, oksijen soluyoruz. Aldığımız bu oksijen kanımıza karışıp organlarımızın hücrelerine kadar giriyor. Gidiyor, hücrelerimizde biriken karbondioksiti CO2’yi dışarı çıkarıyor, kendisi giriyor. Yani nefes alıp vererek oksijen alıyor, karbondioksit veriyoruz. Buraya kadar gayet sade ve net şekilde geldik.

Bundan sonrası çok önemli. Karnımız acıkınca yemek yiyoruz. Hayatımızı devam ettiren şeyin bu olduğunu düşünürüz, doğru. Ama bakın altta neler oluyor. Besinlerden enerji kaynağı olarak, önce karbonhidratları, sonra yağları ve en son proteinleri kullanırız. Karbonhidratlar hücrelerimizde daha kolay parçalanırlar ve daha hızlı şekilde enerji elde edilir. Bu nedenle yoğun aktivitelerde karbonhidratlı besin olan şekerleri tercih ederiz.

Yediğimiz besinlerden, sindirim sistemi ile işe yarayacak olanlar ayrıştırılıp bağırsak sistemi üzerinden emilerek kana karışıyor. İşe yaramayanlar atılıyor. Kana karışan besinler hücrelere taşınıyor. Burası da yeterince açık ve sade oldu.

Bundan sonra hücremizde işlemler başlıyor. Kanla içeri giren bir diğer madde oksijen. Karbonhidrat, yani şeker, yani glikoz hücre içinde oksijenle birleşiyor. Ortaya, CO2 VE H2O yani karbondioksit ve su çıkıyor.

İşte bu kimyasal reaksiyon esnasında MUCİZE gerçekleşerek, bizi hayata bağlayan ATP dediğimiz enerji dolu molekül ortaya çıkıyor. Bu işe hücrenin soluması deriz.

Ortaya çıkan ATP, o hücre hangi organa ait ise onun yaşaması için gereken enerjiyi sağlıyor. ATP, beyin hücresinde ise beyin fonksiyonlarını, akciğerlerde ise onların hayatını, mide, bağırsak aklınıza neresi gelirse orayı çalıştırıyor. Vücudun petrolü, kömürü, doğalgazı desek yanlış olmaz. 1 ATP molekülünün hücre içinde hidroliz denilen bir mekanizma ile yapısındaki fosfat bağlarının kopması sonucu 13 kcal enerji açığa çıkıyor.

İşte bizi yaşatan Allah’ın mucize gücü bu. ATP bu şekilde enerji açığa çıkardıktan sonra, ATP döngüsü denilen bir sistem ile yapısından ayrılan fosfat gruplarını tekrar tamamlayıp aynı işi sürekli yineliyor. Bu enerji üretme işi öyle hızlı oluyor ki şaşırırsınız.

Örneğin iskelet sistemimize bağlı olan, kol, bacak, göğüs, parmak, mide kaslarımıza (ki bunlara çizgili kaslar deniliyor) ait 1 kas hücresi, 1 saniyede 10 milyon ATP molekülünü tüketir ve yeniden üretir. İnsanı meydana getiren ortalama 100 trilyon hücrenin olduğunu farz edersek, böyle bir sistemi çözebilecek, takip edebilecek, hesabını yapabilecek herhangi bir bilgisayar yapılmış mıdır sizce? Nefes alamaz isek vücudumuz oksijensiz kalır. Oksijen olmayınca kalp 4-6 dakika içinde durur. Kalp durunca, oksijen taşıyan kan pompalanmaz vücuda.

Beyin hücreleri kansız kalmaya tahammül edemez. En fazla 5 dakika dayanabilir. Sonrasında ölmeye başlar kısım kısım. Kalp çalıştırılıp, kan gönderilse bile beyinde ölen kısımlar geri dönüşsüz hasarlar bırakır. Gönderilmez ise beyin ölümü gerçekleşir ki bu tıbben insanın ölümü demektir.

Vücudumuzda ihtiyaç fazlası şekerler, en çok karaciğerde toplanır ve glikojen adını alır. Besinsiz kaldığımızda buradan koparak glikoz olarak organları çalıştırmaya devam ederler. Glikojen aslında yağlanmadır halk deyimiyle. Besinsiz kaldıkça zayıflarız, yağlarımız erir, enerji olarak kullanılır.

İşte ağızdan besin ve oksijen alarak yaşayan, her ikisinde de hiçbir mahareti katkısı ve dahli bulunmayan insanoğlunun hayatta kalma sırrı bu. Şimdi dönüp bakalım kendimize. Neyimizle övünebiliriz ki? Kendimizde hangi gücü görebiliriz?

Bize düşen, her akıl sahibinin kabul edeceği gibi, asla tesadüfe yer olmayan bu mucize sistemi yaratan Allah’a boyun eğmek, varlığını ve birliğini idrak ederek, iyi bir insan olmak için çabalamaktır.

Sağlık ve afiyet diliyorum.

Etiketler :
Diğer Yazıları

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
0 Yorum